- Sena Kurt
- 24 Şub
- 4 dakikada okunur

Okuyacağınız bu hikâye muhtemelen duyduğunuz en inanılmaz değişim hikayelerinden biri
değil. Evet, öyleleri gerçekten güzeldir; güçlü bir ruh dipten zirveye ya da bir uçtan diğerine
mücadele ve acılarla yol alır. Bizler de bu öyküleri okumaktan keyif ve ilham alırız.
Fakat zannediyorum ki pek çoğumuzun büyük değişim öykülerinin kahramanları gibi uç
noktalarda olumsuz hayatları yoktur. Diplerde ya da zirvede olmadığımız, bizi üzen ve
varlığına şükrettiğimiz şeylerin bir arada olduğu hayatlar yaşarız. Memnun olmadığımız
şeylere karşın, memnun olduklarımız vardır. Etrafımızdakiler de üç aşağı beş yukarı böyle bir
hayatın içindedirler. Dolayısıyla o öykülerdeki gibi çok büyük mücadeleler gerektirmeyen
yaşamlar içindeyizdir. Fakat böyle büyük değişimlere girişmek bir yana “ortalama
hayatlarımızdaki yolunda gitmeyen şeyleri ve geçmişten kalan acılarımızı iyileştirmeye
gücümüz var mı?”, bunu bile belki hiçbir zaman keşfedemeyiz. Ayten’in hayatı işte bu gücü
keşfetme yolculuğu…
Ayten 12 yaşındayken babası trafik kazası geçirdi, uzunca bir süre çalışamadı, ailenin maddi
durumu epeyce kötüleşince altıncı sınıftayken okulu bırakmak zorunda kaldı. O günden sonra
4 kardeşine ablalık yaptı, ev işlerinde annesine destek olup, babasının dükkanında ona
yardım etti. 22 yaşındayken evlendi.
Evliliğinin ikinci yılında bir kızı oldu, dördüncü yılında bir kızı daha oldu. Bir aile apartmanında
oturuyorlardı, kalabalık ve iç içe bir aileydi. İstediği “kendi halindeliği” bir türlü bulamıyordu,
bu sebeple türlü çatışmalar yaşıyordu. Her ne kadar eşinin ailesi ile sıkıntıları olsa da kapısını
kapatabildiğinde mutlu bir evi vardı. Eşini seviyordu, evine bağlı bir adamdı ve çocuklarına
gerçekten iyi bir babaydı. Hani başlarken de söylediğimiz gibi, iyi şeyler ve can sıkıcı şeylerin
bir arada olduğu ortalama bir hayattı bu.
Büyük kızı İlayda’nın başarılı bir öğrenci olacağından şüphesi yoktu. Fakat İlayda ilkokul
birinci sınıfın ilk döneminde oldukça düşük notların olduğu bir karne getirdi. Öğretmeni onun
derse hiç katılmadığını, çok sessiz olduğunu söylüyordu. Ayten zorlanarak da olsa bana bu
konudan bahsetti ve bir önerimin olup olmadığını sordu. Yıllar öncesinden gelen
tanışıklığımızın samimiyetiyle bana kendini açtı.
Çocuklarına çok çabuk öfkelendiğini, olur olmaz şeylere bağırdığını, onu heveslendirmek için
arkadaşlarıyla kıyasladığını söyledi. Biraz konuştuktan sonra ona bazı kitaplar önerdim, daha
önce pek kitap okumadığını söyledi; peşini bırakmamak için önerdiğim kitapları hediye ettim.
Ayten bu ilk kitapları çok kısa bir zaman içinde okuyup bitirdi. Sonra yeni öneriler istedi,
onları da okudu. Daha önce neredeyse hiç kitap okumadığını söyleyen Ayten, çocuk
yetiştirmeyle ilgili kısa zamanda pek çok kitap bitirdi. O yılın ikinci dönemindeki bir veli
toplantısında İlayda’nın öğretmeninden güzel bir söz duydu; “İlayda çok değişti, ona ne
yaptınız?” Bu söz onu çok mutlu etti, okuduğu kitaplardan öğrenip uyguladıkları gerçekten
bazı şeyleri değiştirmeye başlamıştı. Kendine olan inancı daha da arttı.
Okulda gerçekleştirilen velilere yönelik eğitimlere ve kitap okuma gruplarına katılmaya
başladı. Daha önceleri pek evden çıkmazken İlayda’nın arkadaşlarının anneleriyle sohbetini
ilerletip, güzel arkadaşlıklar kurdu. Zaman içinde çocukların eğitimine yönelik kitaplar dışında
psikoloji içerikli romanlar da okumaya başladı. 400 sayfalık kitapları iki - üç günde bitiriyordu.
Çok yıllardan beri içinde taşıdığı bir burukluğu vardı. O günlerde bunu bana şöyle ifade
etmişti; “Okuldan doldurmam için gelen bir formda eğitim durumuma ortaokul bile
yazamıyor olmak içimi acıtıyor, kendimi eksik hissediyorum.” Artık aklında açık öğretimden
eğitimine devam etmek fikri vardı. Bu kolay olmayacaktı, çünkü eşiyle - Murat diyelim – bu
konuda fikir ayrılıkları yaşadı. Ayten ayrıca o günlerde şunu da söylemişti; “Murat çok kitap
okumamdan rahatsız oluyor, gerginleşiyor.”
Hiç şüphesiz ki bir kadının okumaya, gelişmeye, kendi ayakları üzerinde durabilmeye hakkı
vardı. İnsanın insanca yaşayabilmesi için bu haklar gerçekten önemliydi. Fakat dikkatli
davranması gerekiyordu. Çünkü Ayten sadece hak temelli bir yaklaşımı benimserse belki 10
yıl sonra üniversite mezunu, kendi parasını kazanan, birkaç dil öğrenmiş bir kadın olabilirdi.
Ama aynı zamanda evliliği yıpranmış, çocuklarıyla ilişkisi bozulmuş, mutsuz bir kadın da
olabilirdi. Haklar önemli olduğu gibi aile olmak, mutlu büyüyen çocuklar, ilgili-sevgi dolu bir
eş ve iyi bir baba da önemliydi. Yani aslında pek çok şey önemliydi ama bazıları sanki biraz
daha önemliydi… Bu mücadele, bir elinde tuttuğun erikleri düşürmeden diğer elinle ağaçtan
kiraz toplamaya çalışmak gibiydi…
Bu noktada eşini daha iyi anlaması gerektiğini fark etti. Murat her gün on bir saat ayakta,
tempo gerektiren zor bir işte çalışıyordu. On beş yıldır aynı iş yerindeydi, yaşı kırka
yaklaşmıştı. Artık zorlanıyordu ama daha iyi bir seçenek olmadığı için devam ediyordu. İşten
çıkar, otobüse biner, fırına markete uğrayıp doğruca evine gelirdi. Çok yorgun olmasına
rağmen kızlarıyla bir güzel oynardı, babalarının eve gelişi çocuklar için bayram gibiydi. Yani
Murat eşine ve çocuklarına karşı sevgi doluydu. Muhakkak ki onun da içinde geçmişten kalan
burukluklar ve gelecek için hayaller vardı. Kendi hikayesi içinde elinden gelenin en iyisini
yapmaya çalışıyor yani yegane anlam kaynağı eşi ve çocukları için her gün hayatından büyük
bir parça veriyordu. Sevdiği kadının gözünde değerli ve güçlü olmak apaçık ifade etmese de
onun için çok önemliydi. Ve okuyup güçlenen bir kadının gözünde değerli olmaya devam edip
etmeyeceği bir miktar stres oluşturabilirdi.
Ayten bunu fark ettikten sonra eşine olan sevgisini daha çok hissettirmesinin iyi olacağına
anladı. Eşinin çabalarına, çocuklarına olan tavrına ve iyi niyetine daha çok vurgu yaptı.
Ailedeki her bir kişinin gelişip mutlu olmasının ailenin mutluluğunu da çoğaltacağını güzel
güzel anlattı. Sonuçta niyeti bağcıyı dövmek değil, hep birlikte üzüm yemekti. Ve gün geldi,
Murat açık öğretim meselesine sıcak bakmaya başladı…
Ayten kaldığı yerden başlayıp bir yıl içinde ortaokulu tamamladı. Evvelki sene araba sürmeyi
öğrendi, zor koşullara rağmen çabalayıp ehliyetini aldı. Bugünlerde liseyi bitirmek için
sınavlara giriyor, sonrasında uygun bir işe başlamanın ya da üniversiteyi kazanıp çocuklara
yönelik bir bölüm okumanın hayalini kuruyor. İlayda ve kardeşi okul hayatlarında başarılılar
ve daha öncesinde mutlular…
Bunların dışında apartmandakilerle ilişkisi de git gide daha iyi hale geldi. Kendi hayatına sahip
çıkmaya başladıkça sınırlarının da daha iyi farkına vardı. Bununla ilgili olarak Ayten şöyle bir
ifade kullandı; “Konuşmayı, kendimi ifade etmeyi, derdimi anlatmayı ve çözmeyi öğrendim.”
Ayten’in hayatını daha güzel hale getirmesine tanıklık ettim. Her şey bir anda çok güzel hale
gelmedi, ama her gün bir önceki günden biraz daha iyiydi. Altı yıl içinde onun ve özellikle de
çocuklarının hayatında çok fazla şey değişti. Muhtemelen geleceklerinde çok daha büyük
şeyler değişti…
Anne babalar, kendi hayatlarından daha önce çocuklarının hayatlarını güzelleştirmeye gayret
ediyorlar. Konu çocuklarının yararına olduğunda, kitaplar da okunuyor, eğitimler de alınıyor,
bilenlere de daha bir kulak veriliyor. Bu uğurda doğru şekilde çabalamaya başlayınca önce
kendi yaralarını iyileştirip, hayatlarını güzelleştirmeleri gerektiğini anlıyorlar. Günün sonunda,
bir çocuğun hayatının gerçekten daha güzel olmasının yolunun, anne babanın kendi
hayatlarını daha güzel hale getirmesinden geçtiği apaçık ortaya çıkıyor ve herkes kazanıyor…
Emre Pekçetinkaya


Yorumlar