top of page

ree

Okuyacağınız bu hikâye muhtemelen duyduğunuz en inanılmaz değişim hikayelerinden biri

değil. Evet, öyleleri gerçekten güzeldir; güçlü bir ruh dipten zirveye ya da bir uçtan diğerine

mücadele ve acılarla yol alır. Bizler de bu öyküleri okumaktan keyif ve ilham alırız.

Fakat zannediyorum ki pek çoğumuzun büyük değişim öykülerinin kahramanları gibi uç

noktalarda olumsuz hayatları yoktur. Diplerde ya da zirvede olmadığımız, bizi üzen ve

varlığına şükrettiğimiz şeylerin bir arada olduğu hayatlar yaşarız. Memnun olmadığımız

şeylere karşın, memnun olduklarımız vardır. Etrafımızdakiler de üç aşağı beş yukarı böyle bir

hayatın içindedirler. Dolayısıyla o öykülerdeki gibi çok büyük mücadeleler gerektirmeyen

yaşamlar içindeyizdir. Fakat böyle büyük değişimlere girişmek bir yana “ortalama

hayatlarımızdaki yolunda gitmeyen şeyleri ve geçmişten kalan acılarımızı iyileştirmeye

gücümüz var mı?”, bunu bile belki hiçbir zaman keşfedemeyiz. Ayten’in hayatı işte bu gücü

keşfetme yolculuğu…


Ayten 12 yaşındayken babası trafik kazası geçirdi, uzunca bir süre çalışamadı, ailenin maddi

durumu epeyce kötüleşince altıncı sınıftayken okulu bırakmak zorunda kaldı. O günden sonra

4 kardeşine ablalık yaptı, ev işlerinde annesine destek olup, babasının dükkanında ona

yardım etti. 22 yaşındayken evlendi.

Evliliğinin ikinci yılında bir kızı oldu, dördüncü yılında bir kızı daha oldu. Bir aile apartmanında

oturuyorlardı, kalabalık ve iç içe bir aileydi. İstediği “kendi halindeliği” bir türlü bulamıyordu,

bu sebeple türlü çatışmalar yaşıyordu. Her ne kadar eşinin ailesi ile sıkıntıları olsa da kapısını

kapatabildiğinde mutlu bir evi vardı. Eşini seviyordu, evine bağlı bir adamdı ve çocuklarına

gerçekten iyi bir babaydı. Hani başlarken de söylediğimiz gibi, iyi şeyler ve can sıkıcı şeylerin

bir arada olduğu ortalama bir hayattı bu.

Büyük kızı İlayda’nın başarılı bir öğrenci olacağından şüphesi yoktu. Fakat İlayda ilkokul

birinci sınıfın ilk döneminde oldukça düşük notların olduğu bir karne getirdi. Öğretmeni onun

derse hiç katılmadığını, çok sessiz olduğunu söylüyordu. Ayten zorlanarak da olsa bana bu

konudan bahsetti ve bir önerimin olup olmadığını sordu. Yıllar öncesinden gelen

tanışıklığımızın samimiyetiyle bana kendini açtı.

Çocuklarına çok çabuk öfkelendiğini, olur olmaz şeylere bağırdığını, onu heveslendirmek için

arkadaşlarıyla kıyasladığını söyledi. Biraz konuştuktan sonra ona bazı kitaplar önerdim, daha

önce pek kitap okumadığını söyledi; peşini bırakmamak için önerdiğim kitapları hediye ettim.

Ayten bu ilk kitapları çok kısa bir zaman içinde okuyup bitirdi. Sonra yeni öneriler istedi,

onları da okudu. Daha önce neredeyse hiç kitap okumadığını söyleyen Ayten, çocuk

yetiştirmeyle ilgili kısa zamanda pek çok kitap bitirdi. O yılın ikinci dönemindeki bir veli

toplantısında İlayda’nın öğretmeninden güzel bir söz duydu; “İlayda çok değişti, ona ne

yaptınız?” Bu söz onu çok mutlu etti, okuduğu kitaplardan öğrenip uyguladıkları gerçekten

bazı şeyleri değiştirmeye başlamıştı. Kendine olan inancı daha da arttı.

Okulda gerçekleştirilen velilere yönelik eğitimlere ve kitap okuma gruplarına katılmaya

başladı. Daha önceleri pek evden çıkmazken İlayda’nın arkadaşlarının anneleriyle sohbetini

ilerletip, güzel arkadaşlıklar kurdu. Zaman içinde çocukların eğitimine yönelik kitaplar dışında

psikoloji içerikli romanlar da okumaya başladı. 400 sayfalık kitapları iki - üç günde bitiriyordu.

Çok yıllardan beri içinde taşıdığı bir burukluğu vardı. O günlerde bunu bana şöyle ifade

etmişti; “Okuldan doldurmam için gelen bir formda eğitim durumuma ortaokul bile

yazamıyor olmak içimi acıtıyor, kendimi eksik hissediyorum.” Artık aklında açık öğretimden

eğitimine devam etmek fikri vardı. Bu kolay olmayacaktı, çünkü eşiyle - Murat diyelim – bu

konuda fikir ayrılıkları yaşadı. Ayten ayrıca o günlerde şunu da söylemişti; “Murat çok kitap

okumamdan rahatsız oluyor, gerginleşiyor.”

Hiç şüphesiz ki bir kadının okumaya, gelişmeye, kendi ayakları üzerinde durabilmeye hakkı

vardı. İnsanın insanca yaşayabilmesi için bu haklar gerçekten önemliydi. Fakat dikkatli

davranması gerekiyordu. Çünkü Ayten sadece hak temelli bir yaklaşımı benimserse belki 10

yıl sonra üniversite mezunu, kendi parasını kazanan, birkaç dil öğrenmiş bir kadın olabilirdi.

Ama aynı zamanda evliliği yıpranmış, çocuklarıyla ilişkisi bozulmuş, mutsuz bir kadın da

olabilirdi. Haklar önemli olduğu gibi aile olmak, mutlu büyüyen çocuklar, ilgili-sevgi dolu bir


eş ve iyi bir baba da önemliydi. Yani aslında pek çok şey önemliydi ama bazıları sanki biraz

daha önemliydi… Bu mücadele, bir elinde tuttuğun erikleri düşürmeden diğer elinle ağaçtan

kiraz toplamaya çalışmak gibiydi…

Bu noktada eşini daha iyi anlaması gerektiğini fark etti. Murat her gün on bir saat ayakta,

tempo gerektiren zor bir işte çalışıyordu. On beş yıldır aynı iş yerindeydi, yaşı kırka

yaklaşmıştı. Artık zorlanıyordu ama daha iyi bir seçenek olmadığı için devam ediyordu. İşten

çıkar, otobüse biner, fırına markete uğrayıp doğruca evine gelirdi. Çok yorgun olmasına

rağmen kızlarıyla bir güzel oynardı, babalarının eve gelişi çocuklar için bayram gibiydi. Yani

Murat eşine ve çocuklarına karşı sevgi doluydu. Muhakkak ki onun da içinde geçmişten kalan

burukluklar ve gelecek için hayaller vardı. Kendi hikayesi içinde elinden gelenin en iyisini

yapmaya çalışıyor yani yegane anlam kaynağı eşi ve çocukları için her gün hayatından büyük

bir parça veriyordu. Sevdiği kadının gözünde değerli ve güçlü olmak apaçık ifade etmese de

onun için çok önemliydi. Ve okuyup güçlenen bir kadının gözünde değerli olmaya devam edip

etmeyeceği bir miktar stres oluşturabilirdi.

Ayten bunu fark ettikten sonra eşine olan sevgisini daha çok hissettirmesinin iyi olacağına

anladı. Eşinin çabalarına, çocuklarına olan tavrına ve iyi niyetine daha çok vurgu yaptı.

Ailedeki her bir kişinin gelişip mutlu olmasının ailenin mutluluğunu da çoğaltacağını güzel

güzel anlattı. Sonuçta niyeti bağcıyı dövmek değil, hep birlikte üzüm yemekti. Ve gün geldi,

Murat açık öğretim meselesine sıcak bakmaya başladı…

Ayten kaldığı yerden başlayıp bir yıl içinde ortaokulu tamamladı. Evvelki sene araba sürmeyi

öğrendi, zor koşullara rağmen çabalayıp ehliyetini aldı. Bugünlerde liseyi bitirmek için

sınavlara giriyor, sonrasında uygun bir işe başlamanın ya da üniversiteyi kazanıp çocuklara

yönelik bir bölüm okumanın hayalini kuruyor. İlayda ve kardeşi okul hayatlarında başarılılar

ve daha öncesinde mutlular…

Bunların dışında apartmandakilerle ilişkisi de git gide daha iyi hale geldi. Kendi hayatına sahip

çıkmaya başladıkça sınırlarının da daha iyi farkına vardı. Bununla ilgili olarak Ayten şöyle bir

ifade kullandı; “Konuşmayı, kendimi ifade etmeyi, derdimi anlatmayı ve çözmeyi öğrendim.”

Ayten’in hayatını daha güzel hale getirmesine tanıklık ettim. Her şey bir anda çok güzel hale

gelmedi, ama her gün bir önceki günden biraz daha iyiydi. Altı yıl içinde onun ve özellikle de

çocuklarının hayatında çok fazla şey değişti. Muhtemelen geleceklerinde çok daha büyük

şeyler değişti…

Anne babalar, kendi hayatlarından daha önce çocuklarının hayatlarını güzelleştirmeye gayret

ediyorlar. Konu çocuklarının yararına olduğunda, kitaplar da okunuyor, eğitimler de alınıyor,

bilenlere de daha bir kulak veriliyor. Bu uğurda doğru şekilde çabalamaya başlayınca önce

kendi yaralarını iyileştirip, hayatlarını güzelleştirmeleri gerektiğini anlıyorlar. Günün sonunda,

bir çocuğun hayatının gerçekten daha güzel olmasının yolunun, anne babanın kendi

hayatlarını daha güzel hale getirmesinden geçtiği apaçık ortaya çıkıyor ve herkes kazanıyor…

Emre Pekçetinkaya

 
 
 

Yorumlar


© 2035 by DR. Elise Jones Powered and secured by Wix

bottom of page